MİLLÎ BİRLİKTEN SİYASÎ AYRILIĞA
KÂZIM KARABEKİR VE MUSTAFA KEMAL
Tarihî şahsiyetleri çarpıştırmanın basit yollarından biri de ideolojidir. Tarihe mal olmuş bazı şahsiyetleri ortadan kaldırmak için farklı bir alternatif şahsiyet ortaya atılmaya çalışılır. İnönü ve Menderes gibi.
İşte bu çatışmalardan biri de Millî Mücadele’nin kahramanları, Mustafa Kemal ile Kâzım Karabekir arasında gerçekleştiriliyor. Mustafa Kemal’i “din” gibi konularda sıkıştırmak isteyen düşüncelerin yegâne argümanı Kâzım Karabekir'dir. Şu soruyu kendimize sormalıyız: Yıllardır birbiriyle mücadele ettirilen bu iki insanın tarihsel süreçteki ilişkileri nasıl bir ivmeyle hareket etmiştir?
Birbirlerini tanımaları II. Meşrutiyet’e kadar dayanan Mustafa Kemal ve Kâzım Karabekir, Türk Milleti’nin nezdinde önemli bir yere sahip Çanakkale ve Millî Mücadele’de de birlikte savaşmışlar ve büyük başarıya imza atmışlardır. [1]
Mustafa Kemal , Rauf Orbay, Kâzım Karabekir’in ilk tanışıklıkları 31 Mart Vakası üzerine İstanbul’a giden Hareket Ordusu’nda oldu. Bu tanışıklık Birinci Dünya Harbi sırasında ise daha samimi bir hal aldı. [2]
Atatürk ve Kâzım Karabekir; Enver, Talat ve Cemal üçlüsünün ülkeyi Almanya’nın yanında savaşa sokma hayallerine karşı çıktılar fakat savaşın başlamasından itibaren de Osmanlı coğrafyasının her köşesinde cephelerde kahramanca mücadele ettiler. Kâzım Karabekir; İran, Irak ve Kafkasya Cephelerinde görev aldı. Özellikle I. Dünya Savaşı’nda Kafkasya’da göstermiş olduğu başarı onun halk nazarındaki itibarını yükseltti. Türkleri ve Kürtleri Ermeni mezaliminden kurtarıp Tebriz’e kadar ulaşan Kâzım Karabekir, Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasıyla kolordusu dağıtılınca İstanbul’a dönmek mecburiyetinde kaldı. Dönerken de Batum depolarındaki daha sonra Millî Mücadele’de kullanılacak bu silahları Trabzon’a getirdi. [3]
İstanbul’a gelen Kâzım Karabekir İngiliz ve Fransız gemilerini görünce “Tek dağ başı mezar oluncaya kadar düşmanla mücadele ederek istiklalimizi kurtarmaya ant içtim.” [4] dedi.
Mondoros Mütarekesi imzalandığında Mustafa Kemal Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı görevini ifa ediyordu. Bu komutanlık lağvedilince Mustafa Kemal de İstanbul’a dönmek zorunda kaldı. Dolmabahçe Sarayı önünde İtilaf güçleri gemilerinin demirlemiş görünce kararlılık ile şu sözleri haykırdı: “Gedikleri gibi giderler.”[5]
Tekirdağ’da görevli olan Kâzım Karabekir yakın dostu Harbiye Nezareti Müsteşarı Miralay İsmet İnönü’den kendisini derhal göndermesi ricasında bulundu. [6] 24 Şubat 1919’da tekrar doğuya, 15. Kolordu Komutanlığına tayin edildi. Bu tayinden sonra veda ziyaretlerine başlar, ziyaretlerinden birinde İstanbul’da Şişli semtinde oturmakta olan Mustafa Kemal ile de görüşür. Ona “ ... paşam ben yarın Erzurum’a gidiyorum. İstanbul’da ne vaziyette kalırsanız kalınız bir şey yapmak imkânsızdır... Anadolu’ya , ordunun başına geliniz; hem de Şark’a. Milletin kurtuluş anahtarı Şark’tadır. Şark’ta Millî Hükümet esaslarını kurduktan sonra, siz Garb’a teveccüh edersiniz.” [7] dedi.
Rauf Orbay da hatıralarında Kâzım Karabekir’le yaptığı görüşmede şu ifadeleri kullanır: “...Ben de kendisine tamamen aynı fikirde olduğumu tekrar ile bu hususta elimden geleni yapacağımdan emin olmasını, esasen Mustafa Kemal’in da başka türlü düşünmediğini ve yakın zamanda kati karara varılacağını kuvvetle umduğumu söyledim.”[8]
Mustafa Kemal, İstanbul’da siyasi yollardan üzerine düşeni yaptıktan sonra bir şey yapılamayacağına kanaat getirilirse ne olursa olsun Anadolu’ya geçilecekti. Ayrıca Mustafa Kemal ülkenin Doğu ve Batı diye ikiye bölünmesi taraftarı değildir. “Vatan’ı bir bütün olarak ele almalı, kurtuluş için genel çareler aranmalıdır.” diyecektir. [9]
19 Mayıs 1919’da ordu müfettişliği görevi ve geniş yetkilerle Samsun’a çıkan Mustafa Kemal, Kâzım Karabekir’e çektiği telgrafta onunla buluşmak istediğini yazar: “...Millet ve memlekete borçlu olduğumuz en son vicdan vazifesini, yakından ortaklaşa çalışarak en iyi yapmak mümkün olacağı düşüncesiyle, bu son memurluğu kabul ettim. Bir an önce zatıâlinizle buluşmak arzusundayım.” [10]
Kâzım Karabekir ise telgrafı şöyle yorumluyor: “Mustafa Kemal’in gelmesinden, çok sevindim. Bunu, bir aydır bekliyordum... Mustafa Kemal’i başa geçirmeyi ve onu burada tutmayı daha İstanbul’dayken düşündüm. [11]
Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın Millî Mücadele’nin manifestosu niteliği taşıyan “Amasya Genelgesi”ne destek verdi. Asıl ikisi arasındaki dostluk Mustafa Kemal’in Erzurum Kongresi öncesi istifasından[12] sonra daha da pekişecektir. Bu istifadan duyduğu üzüntüyü ifade ederek “Saltanata, Hilafete ve necip millete sonuna kadar bağlı kalacağını” söyledi. [13]
Mustafa Kemal, İstanbul Hükümeti’nin Millî Mücadele’ye karşı aldığı olumsuz tavır sonucu askerlikten istifa edince, Kâzım Karabekir Paşa’yı yanında buldu. “Kolordum ve ben emrinizdeyim Paşam!” diyerek, Mustafa Kemal’e en büyük desteği önce kendisi verdi. [14]
Erzurum Kongresi devam ederken Damat Ferit Hükümeti’nin Harbiye Nazırı Nazım Paşa, 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’ya şifreli bir telgraf çekerek Mustafa Kemal Paşa ile Refet Bele’nin derhal tevkif edilerek İstanbul’a gönderilmesini istedi.
Telgrafın metni şöyleydi.
“Erzurum’da 15. Kolordu Komutanlığına
Mustafa Kemal Paşa ile Refet Bey’in Hükümet kararıma muhalif fikir ve hareketlerinden dolayı hemen yakalanması ve İstanbul’a gönderilmeleri Babiâli’ce tensip olunup mahalli memuriyete lazım gelen emir verildiğinden kolorduca da ciddi yardımda bulunulması ve neticeden malumat verilmesi rica olunur.”
Kâzım gönderdiği cevabî yazıda: “Erzurum’da bulunan Mustafa Kemal Paşa’nın fiil ve hareketlerinde vatan ve milletin maksat ve menfaatlerine ve mevcut konulara muhalif sayılabilecek hiçbir hâl ve hareketinin olmadığını görüyorum... Mustafa Kemal Paşa gibi memlekette namusuyla ve seçkin askeri vatanseverlik ve hizmetleriyle tanınmış ve askerin de pek ziyade hususi hürmetini kazanmış, bilhassa 20 gün evvel memleketin yarısına kumanda etmiş olan hâl ve hareketlerinde vatan ve millet menfaatlerine aykırı hiçbir şey hissedilmeyen ve görülmeyen bir zatın tevkifine kanunî bir sebep olmayacağı ve halk ve ordu gözünde de iyi bir hareket olarak telakki edilemeyeceği için kendisini tevkif ve kolorduca bunun için yardımda bulunulmasına halin ve vaziyetin katiyen müsait olmadığını” [15] söyledi.
Mustafa Kemal Erzurum Kongresi’nde meydana gelen bu olayları her zaman Karabekir Paşa’nın bu davranışının kendisine kuvvet ve cesaret verdiğini anlattı.
Erzurum Kongresi’ne Mustafa Kemal’i almak istemeyen üyelere Kâzım Karabekir’in cevabı çok manidardır: “Mustafa Kemal kongreye sadece murahhas değil başkan da yapılmalıdır. Bir ordu kumandanı, hayatının bütün kazancını, sizler için feda etmiştir. Samimi çalışacağına, millet kararına aykırı işler yapmayacağına güvenmeliyiz. [16]
Aslında Kâzım Karabekir’in büyük bir Osmanlı İmparatorluğu ya da Halifelik nizamını istediği düşüncesi yanlıştır. Bunu Sivas Kongresi’nde alınan kararlardan birinci maddeye yaptığı itirazdan anlıyoruz. 1. Madde: “30 Ekim 1918’de imzalanan mutarekename esnasında hududumuz içinde yer alan İslam ekseriyeti ve meskun olan İslam unsurları yekdiğerine karşı hürmet ve fedakarlık hisleriyle dolu, öz kardeştirler.”
Karabekir bu maddeye itiraz etmektedir: “Bütün Osmanlı toplumunun bir bütün kurtulmaması hâli meydanda iken, Erzurum Kongresi’nde millî bir hükümet kurulacağı milletimize ilan edilmiş iken hâlâ daha Osmanlı toplumunu bütün olarak kurtarma hevesinde olanları Kâzım Karabekir ikiye ayırmıştır: 1.Bolşevik ilan ederek ya da 2.İngiliz veya Amerikan Mandasına girerek bu ideali geçekleştirmek istediklerini belirtmiştir.[17]
Rauf Orbay ve Kâzım Karabekir anılarında Mustafa Kemal’i Amerikan Mandası fikrine yatkın göstermişlerdir. Fakat bu tabir pek de doğru gözükmemektedir. Tıbbiyeliler adına Sivas Kongresine katılan Hikmet Boran Bey’in Amerikan Mandası aleyhinde konuşmasına Mustafa Kemal Paşa’nın: “Arkadaşlar, gençliğe bakın, Türk bünyesindeki asil kanın anlatımına dikkat edin.” dedikten sonra Hikmet Bey’e dönerek, “Biz azınlık da kalsak mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir: Ya istiklal, ya ölüm!” demiştir. [18]
İkisi de Millî Mücadele boyunca samimi ve iyi niyetlerini devam ettirdiler. Mustafa Kemal Paşa’nın Kâzım Karabekir’in telgrafına yazdığı cevabî yazıda: “Muhterem Kardeşim, derin bir samimiyete dayandığından asla kuşku duymadığım kanıtlarınızı açık ve kardeşçe bir dille bildirmiş olmanız kardeşlik bağlarımızı pekiştirmiş ve yürekten sevindirmiştir.” [19]
YETİM BABASI KÂZIM PAŞA
Karabekir Paşa, Doğu’da adeta bir kale gibiydi. Ermeni saldırılarını püskürtmesi, sınırımızı çizmesi onu, “Kars Fatihi” olarak tarihe geçirdi. Askerî ortam içinde bu yararlı hizmetlerini, başka yönlerde de gösterdi. Ermeni ve Rus saldırılarında babaları, anaları ölen çocuklar için okullar açtı. Hükümet Merkezi Ankara’nın bilgisi dâhilinde; Yetimhane, Ana Mektebi, Sağlık Okulu, Askeri İdadi kurdu. Kurduğu okulların eğitim programlarını bizzat hazırladı; okunacak marşları yazdı ve besteledi. Onun bu çalışmaları Doğu Anadolu için o yıllarda çok önemliydi. Savaşlarda ölmüş aile reislerinin yokluğunu hissettirmemek için olanca gücüyle çalıştı. Yörenin sağlık ve eğitim ihtiyacını karşıladı. [20]
Mustafa Kemal Atatürk, Karabekir için, daha sonraları “Karabekir Paşa maarif, dil ve tarih konularıyla uğraşmış bir arkadaşımızdır.” [21] demiştir.
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ AÇILIYOR
İngilizler 16 Mart 1920’de İstanbul’u işgal edince Karabekir bu acı olayı protesto etmek için, Erzurum’da kontrol memuru olarak bulunan İngiliz Yarbay Rawlinson ve askerlerini tutuklandı.[22] Ayrıca kendi kontrolündeki yerlerde İstanbul Hükümeti ile haberleşmeyi yasakladı.
Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin dağılması, Ankara’da olağanüstü yetkilere sahip bir meclisin açılmasına uygun ortam oluşturdu. Yeni meclisin açılması noktasında Mustafa Kemal’in görüş ve fikirlerini bildirdiği arkadaşlarından biri de Kâzım Karabekir’dir.
Kâzım Karabekir cevabî yazısında; “İşgal altında olan milletvekillerimiz sağ salim kurtulur da Anadolu’ya geçerse, kurulacak millÎ meclisimizde eski ve yeni milletvekillerimizin ortak kararıyla kurucu meclis kurulur ve ilan da o zaman uygun olur. Üstün nitelikli olanlardan da hükümet de kurulur.” demiştir. [23]
TBMM’de Mustafa Kemal’in, arkadaşı Kâzım Karabekir’i zaman zaman savunmaya çalıştığını görüyoruz. Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey ve arkadaşları, Kâzım Karabekir’i önce Ermeni hareketi sırasında çok fazla kayıp verdiği, daha sonra da Komünizm’e taviz verdiği gerekçesi ile suçladılar. Bunun doğru olmadığını belirten Mustafa Kemal, Karabekir’i savunarak “... Hüseyin Avni Bey biraderimiz gayet mühim bir meseleye temas ettiler ki bunun hakkında hiçbir söz söylemek istemiyorum. Fakat kendileri temas ettiği için heyet-i alinizden zihinleri karışmış olanlar bulunabileceği için bir iki kelime ile izah etmek istiyorum. Bir defa Kâzım Karabekir’i içimizden tanıyanlar ve tanımayanlar vardır. Paşa gayet zeki, ahlaklı, namuslu, fevkalade haluk, namuskâr bir adamdır. Bunların fevkinde hasletleri vardır ki ilk temasa geldiği vakit Hüseyin Avni Bey anlayama... ” dedi. [24]
Mustafa Kemal ve Kâzım Karabekir arasındaki yakın dostluğu İsmet İnönü hatıralarında şöyle nakletmektedir: “Genç zabitlik devrinde birbirlerine uzaktan bakarlardı. Ama Atatürk üçüncü Ordu Komutanı iken İstanbul tarafından istifaya mecbur tutulduğu zaman Karabekir Paşa’nın kendisine gösterdiği tutumdan ve yakınlıktan son derece mütehassıs ve minnettar olmuştu. (Atatürk) bundan hep bahsederdi... Atatürk ordu kumandanlığından istifa edip sivil olunca Karabekir onu ordu kumandanı iken nasıl bir hayat içinde yaşıyor idiyse o hayat içinde yaşattı. Kendisi ordu kumandanı olduğu hâlde, ordusuna ‘Atatürk’ün emrindesiniz’ diye emir verdi. Kendisi de Atatürk’ün emrindeymiş gibi ihtiram gösterdi. Ona hususi yaverler, vasıtalar, otomobiller tahsis etti.” [25]
Mustafa Kemal ve Kâzım Karabekir Millî Mücadele döneminde bağımsız ve millî egemenlik anlayışına dayalı Türkiye idealinde beraber oldukları gibi çağdaş Türkiye idealinde de beraberdirler. Bu konuda Mustafa Kemal’in fikirleri herkes tarafından bilinmektedir. Kâzım Karabekir’de laikliğe ve çağdaşlaşmaya karşı hareketleri “millî tarihimizi lekeleyen millî bünyemize acı veren olaylar” olarak tanımlar. [26] Bir ara kendisinin de “İrtica” ile suçlanarak cahil ve tutucu insanların peşinde gidiyormuş gibi gösterilmesi üzerine 4 Nisan 1939 tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi grubunda yaptığı bir konuşmada “bu memlekette irtica varmış... Böyle şey yok. Çıkarsa önce biz kafasını ezeceğiz.”[27] demiştir.
SİYASÎ ÇALIŞMALAR VE YOLLARIN AYRILMASI
SİYASÎ ÇALIŞMALAR VE YOLLARIN AYRILMASI
Savaş sonrası yapılan en önemli siyasi gelişme Millet iradesinin önünde en büyük engel olan saltanatın kaldırılması oldu. Lozan Konferansı’na Ankara’nın yanında İstanbul’un da çağrılması saltanatın kaldırılmasını daha da kolaylaştırmıştır. Burada aynı fikirde bulunan Millî Mücadele arkadaşları bundan sonraki olaylarda bu kadar kolay birlikte karar alamayacaktır.
29 Ekim 1921’de Refet Paşa’yla görüşen Vahidettin, ondan aldığı bir şey olmayacağına dair ifadelere güvenerek Ankara’ya bir “Gayet Müstaceldir” ibaresiyle TBMM’yi İstanbul’a konferansa davet eden bir telgraf gönderdi. Telgrafın TBMM’de okunması üzerine Rauf Orbay söz alarak, İstanbul Hükümeti’nin düşman işgalleri karşısında aczi ve Millî Mücadele’ye kaşı olumsuz tutumlarından bahsedip “Bu istekleri kesinlikle kabul edilemez. TBMM’den başka hiçbir kuvvet, bu milleti temsil edemez” dedi.
Ali Fethi Bey ve Kâzım Karabekir’in de aynı doğrultuda söylemde bulunması üzerine Rıza Nur’un saltanatı lağvı üzerine hazırladığı kanun teklifi Mustafa Kemal ve 80 Mebus’un imzasıyla meclise sunuldu. Saltanat 2 Kasım 1922 tarihinde oy birliği ile kaldırıldı. [30]
Bu arada 21 Kasım 1922 yılında Lozan görüşmeleri başladı. Bir yandan İsviçre’de siyasi münakaşa devam ederken İzmir’de de yeni devletin savaştan sonra dünya devletleriyle yapacağı mücadelede vereceği en büyük mücadelenin ekonomi alanında olacağı düşünülerek İzmir İktisat Kongresi 17 Şubat 1923’te toplandı. Başkanlığına da Kâzım Karabekir seçildi. Bu konferansta dünyaya bakış persfektifleri bakımından önemli olan bu iki arkadaşın konuşmasını sizlerle paylaşmak istiyorum. Mustafa Kemal açılış konuşmasında “Milletimiz Millî Mücadele’yi başararak yok edilmeyeceğini dünyaya gösterdi. TBMM ve Hükümeti’nin görevi tam bağımsızlığını gerçekleştirmek, millî egemenlik esasına bağlı kalarak milletin zenginliğini, ülkenin imarını sağlamaktır. Bununla birlikte ülkemize katkı sağlayacak yabancı yatırıma karşı değiliz.”[31] dedi.
Kâzım Karabekir’in konuşmasında ise “İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararlar, millî bağımsızlığını kazanan milletimize ekonomik bağımsızlığın yolunu açmıştır. Artık Türk yapımı gemiler Türk kara sularında bayrağımızı dalgalandıracak. Karayollarında bizim otomobillerimiz, demir yollarında bizim trenlerimiz seyredecek. Tüccarlarımız ticarethaneleri ve bankalarıyla kâinatta yeni bir Türk dünyası oluşturacaklardır.” dedi. [32] Aslında baktığımızda Kâzım Karabekir’in söylemlerinin içeriğinde daha millî bir duruş sergilediğini ve Karabekir’in bir anlamda yeniliklere açık olmadığı, tutucu olduğu düşüncesini de yıktığını, Millî Mücadele’de açtığı okullarda göstermiş olduğu o modern eğitim sistemi performansını savaş sonrasında da devam ettirdiğini görüyoruz.
Lozan Antlaşması da iki grup arasındaki muhalif durumlardan bir tanesidir. Özellikle Misak-ı Millî’de geçen Batı Trakya, Musul-Kerkük, Anadolu’ya yakın adaları Lozan görüşmelerinin birinci oturumunda anlaşmazlığa sebep olunca ikinci toplantıya gidildiğinde bu toprakların bırakılması sadece Musul meselesinin daha sonraya bırakılması muhaliflerin ciddi tepkisiyle karşılaşmıştır. Yukarıda belirtilen koşullar ikinci Lozan toplantısında kabul ettirilemeyince Mustafa Kemal ve arkadaşları bu anlaşmayı kabul ettirecek yeni bir meclis oluşturulmasını istedi. 1 Nisan 1923’te TBMM’de seçimlerin iki ay içinde yapılarak meclisin yenilenmesi kararı alındı. İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold’a göre, genel seçimlerin amacı, “TBMM’yi uysal hâle getirmek, içeride Mustafa Kemal’in etkisini artırmak, İsmet İnönü’nün Lozan’daki görüşmelerde serbestçe devam edebilmek fırsatını vermek”ti.[33]
İki komutan arasındaki dostluk II. Meclis’in ilk aylarında da devam etti. Atatürk kendisinin Meclis Başkanı olacağı bir ortamda Kâzım Karabekir Paşa’nın da Başbakan olmasını arzu ediyordu. Paşalar arasında 4-5 Ağustos 1923 tarihinde yapılan görüşmeler bu talebin açık ifadesidir. Atatürk’ün bu husustaki düşüncesi şöyleydi: “Başvekâlet münhaldir, Fevzi ve Kâzım Karabekir ya da Ali Fethi Bey’den birinin başvekilliği olması icap ediyor.” [34] Ancak Kâzım Karabekir, Atatürk’ün bu teklifini kabul etmedi. [35]
Hayat odur ki beraber vatanlarının bekası için ölümü göze almış, omuz omuza vermiş bu iki insanın arası savaş sonrası meydana gelen siyasi çekişmeler, liderlik isteği ve fikir ayrılıkları yüzünden ne yazık ki açılmış, hiç istenmeyecek olayların yaşanmasına sebebiyet vermiştir.
Karabekir’in Cumhuriyet’in ilanından sonra rahatsızlık duyduğu diğer konular şu şekilde sıralanabilir; müfettiş olarak yaptığı teftişlerde harcırahının kesilmesi, teftiş için izin alma mecburiyetinde bırakılması ve mektuplarının açılması. Ayrıca halifeliğin kaldırılmasıyla hem askerlik hem de siyaset yapanların birinden istifaya zorlanması ve bu şikâyetlerin devam etmesi Kâzım Karabekir Paşa’nın ordudaki görevinden istifa ederek milletvekilliğine dönmesinde önemli rol oynadı. Paşa, Birinci Ordu Müfettişliği görevinden ayrılmak talebiyle 26 Ekim 1924 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı ve Millî Savunma Bakanlığına çektiği telgraflarda istifasının gerçeklerini şöyle açıkladı: “… Bir yıllık ordu müfettişliğim sırasında gerek teftişlerin sonunda verdiğim raporların, gerekse ordumuzun yükselmesi ve güçlendirilmesi için sunduğum tasarılarımın dikkate alınmadığını görmekle üzüntüm ve kederim çok büyüktür. Üzerime düşen görevi milletvekili olarak daha çok vicdan rahatlığıyla yapacağıma tam inancım olduğu için Ordu Müfettişliği görevimden çekildiğimi bilgilerinize sunarım.” Buna mukabil Atatürk, Karabekir Paşa’nın istifa telgrafının altına kırmızı kalemle Paşa’nın ordudan ayrılmasını uygun bulmadığını yazdı. Paşa’dan gelen rapor ve tasarıların hepsini görmek istedi. Ve bunların hangi maddeleri üzerinde neler yapmış, hangi maddeleri üzerinde işlem yapılmamış onları da dosyaları ile birlikte görmeğe karar verdi. Bu notların altındaki tarih 28 Ekim 1924’tür. Atatürk’ün bu titiz davranışına rağmen Karabekir’in istifasında direnmesi üzerine Atatürk “... Kâzım Karabekir Paşa’nın raporları ve tasarıları Genelkurmay’da ilgili bölümler tarafından incelenmiş bunların kabul edilip uygulanabilecek kısımları dikkate alınmış ve uygulanmıştır. Ancak uygulanması devletin gücü dışında bulunan önerileri dikkate alınmamıştır. Kâzım Karabekir Paşa’ya raporlarından ve tasarılarından dolayı bir takdirname verilmesi de gerekli görülmemiştir.” dedi. [36]
Aynı şikâyetleri biz bu dönemde Atatürk’ün diğer arkadaşlarında da görüyoruz. Ali Fuat Paşa da Rauf Orbay’ın Başbakanlık’tan istifa etmesi üzerine Meclis Başkanlığı görevini bırakarak askeri görev alıp Ankara’dan ayrılmak istedi. Ali Fuat Paşa’nın Mustafa Kemal’e yönelttiği soru ve aldığı cevap aralarının açıldığını göstermesi açısından manidardır. “... Bundan sonraki apotreslerin, emek ve himmet arkadaşların kimler olacaktır? Bunu anlayabilir miyiz?” Atatürk’ün bu soruya verdiği cevap şudur. “Benim aportreslerim yoktur. Memleket ve millete kimler hizmet eder, likayat ve kudret gösterir ise benim aportreslerim onlardır. demiştir.[37]
MUHALEFETE HAZIR OLMAYAN ÜLKE TÜRKİYE VE TCF’NİN AÇILMASI, KAPATILMASI
CHP’yi kuran Millî Mücadeleci Mustafa Kemal-İsmet İnönü çizgisindeki sivil asker kadro ile TCF’yi kuran, yine Millî Mücadelecilerden Kâzım Karabekir-Ali Fuat Cebesoy; iki grup yukarıda ifade ettiğimiz gibi savaş döneminde hiçbir fedakârlıktan vazgeçmediler. Fakat ne zaman ki yeni Türkiye’nin nasıl ve ne şekilde reformize edileceği düşünülmeye başlandı, ayrılıklar kendisini göstermeye başladı. Mustafa Kemal-İnönü-Peker çizgisindeki I.Grup değişimin Kemalist tarzda süratli ve inkılâpçı olması gerektiği zihniyetiyle hareket ederken, II. Grup Karabekir-Ali Fuat Cebesoy-Rauf Orbay ise değişimin evrimci, halkı dâhil ederek, tedrici bir şekilde yapılması taraftarıdır. [38]
Mustafa Kemal, siyasal olgunluğu üzerinde fazla hayale kapılmıyordu. Bu halk hâlâ Doğulu bir kültürde geri idi, Batı demokrasisi mizaçlarına aykırı gelirdi. Şimdilik yönetecek duruma gelmemişti; yönetilmek istiyordu. Sultan ve Halife’nin güçlü otoritesinin yerini, onun kadar güçlü laik bir otorite almalıdır. Bunu da ancak Meclisi bizzat yöneterek ancak kendisi sağlayabilirdi.[39] Bu düşüncesinde (Doğu Tipi Siyaset Modelinde) Mustafa Kemal’e özellikle yaranmak isteyen gruptan Alman tipi siyasetçi Recep Peker gazetelere, devrime ayak uydurmayanların Millî Mücadele’deki gibi cezalandırılması gerektiği demeçleri veriyordu. [40]
Kâzım Karabekir ise “Devrimlerin yapılmasında sürat, fakat sosyal amaçlarımızda tekâmül (evrim) yolunu tutmalıyız.” [41] şeklinde düşünmekteydi. İsmet İnönü de “Terakkiperver Fırkası üyelerinin de reformcu kimseler olduğunu ancak Mustafa Kemal’in inkılâp yöntemini kendisinin de anlamadığını, kendisinin bu girişime karşı duruş sergilemeyerek sessiz kalıp izlemeyi yeğlediğini Terakkiperver Fırkası mensupları ise korkarak, hareket edip muhalif olduğunu”[42] söylüyor.
Kâzım Karabekir, Mustafa Kemal’in Millî Mücadele dönemindeki o meşveret düşüncesinden sıyrılıp II. Meclisle birlikte “Tek Adam” olma yolunda fiili hareketlerde bulunması ve çevresindeki insanların onu çevresindeki diğer insanları görmezden gelerek o kurtardı reklamı yapmalarından bahseder. [43]
Bu durumdan sadece Kâzım Karabekir değil başka şahsiyetlerin de rahatsız olduğunu görüyoruz. Ahmet İzzet Paşa da hatıralarında: “Mustafa Kemal, gerçek mücahitlerini bir yolunu bulup atlatmış, unutturmuş ve bütün kendisine mal etmiş, nüfuz ve ülke idaresini kendisine tabi olanlara hasretmiştir.” [44] demiştir.
Karabekir Paşa Halifelik hususunda, Atatürk için, “Hilafet ve Saltanatı almak için koyu bir mümin çehresiyle minbere kadar çıkıp hutbeler okumak, muvaffak olmayınca bizzat methedilen ve sena edilen mukaddesata dil uzatmak ve bunları altüst etmek üzere bir de tek adamlığa çıkmak gibi iki tehlikeli ifratın birinden diğerine atlamak herkesin yapabileceği bir iş değildi. Fakat bu salaha doğru gidiş de sayılmazdı. Mustafa Kemal’in çıkamadığı bu makamı yıkmak kararını vermiş ve fiiliyata geçirmiş olduğuna şüphem kalmadı” der .[45]
11 Eylül 1923’te CHP’nin kurulması ile yukarıdaki bahislerden dolayı 17 Kasım 1924’te Kâzım Karabekir’in başkanlığında, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Cafer Tayyar Eğilmez gibi Millî Mücadele kahramanları tarafından TCP kurulur. Gerek basında, gerek Mecliste ve gerekse halk arasında bir muhalefet meydana gelmiştir.[46] Bu sıkı muhalefet içten içe CHP’yi rahatsız etmeye başladı. CHP’nin radikalleri TCP’nin tasfiyesi fırsatlarını ararlarken onlara en büyük fırsatı 13 Şubat 1925’de Doğu’da çıkan Şeyh Sait isyanı verdi. [47]
4 Mart 1925’te “Takrir-i Sükûn Kanunu” denilen kanun tasarısının Meclise sunulması iki parti arasındaki ilişkiyi tamamen bitirme noktasına getirdi. TCP’lilerin bu kanunla artık sonlarının geldiğini anladıklarını görüyoruz. Rauf Orbay yazdıklarında şu ifadeleri kullanmıştır. “Bu şiddetli tedbirler, memlekette bir terör havası estirip, muhalefet yapan gazeteleri susturmak ve muhalif partiyi susturmak mahiyetindedir.” [48]
Kâzım Karabekir kanun tasarısı mecliste görüşülürken yaptığı konuşmasında; “Böyle bir kanun çıkarılmasına gerek olmadığını zaten mevcut kanunların bu isyanı bastırmak için yeterli yetkiyi verdiğini, mevcut kanunla hükümetin yetkilerinin artırılması ve yetki icrasını İstiklal Mahkemesine devreden bu kanun çıkarsa halk hâkimiyetinin ortadan kalkacağını”[49] ifade etmiştir. Bu sözüyle aslında Kâzım Karabekir’in haklı çıktığını, isyanın Doğu’da çıkmasına rağmen Ankara, İzmir ve İstanbul gibi merkezlerde de İstiklal Mahkemelerinin kurulduğunu, daha sonra bahsedeceğimiz İzmir suikastıyla birlikte muhalif seslerin darmaduman edildiğini görüyoruz.
CHP, Şeyh Said İsyanı’yla sadece muhalif yayınları değil, muhalif siyaseti de ortadan kaldırmak istiyordu. Bu gayeyle İstiklal Mahkemesi TCF’yi bu isyanla ilişkilendirmek için uğraşıyordu. İsmet İnönü hükümeti de belge ve kaynak bakımından mahkemeye destek veriyordu. Medyayla da kamuoyunda haklı bir alana çekilmek isteniyordu.
İstiklal Mahkemelerinin en çok üzerinde durduğu mesele TCF’deki “Biz dini inançlara saygılıyız.” ifadesidir. Bununla TCF’yi kamuoyuna irtica destekçisi olarak lanse etmeye çalışıyorlardı.[50] TCP dinci bir parti değildi ve irtica ile ilgisi yoktu. Sadece içinde Batı çeşnisi bulunan bir liberalizm düsturuydu “dine saygılı olmak” tabiri.[51]
İstiklal Mahkemesinin sunduğu rapora dayanarak 3 Haziran 1925’te toplanan Bakanlar Kurulu şu kararı almıştır: “Vatandaşların aldatılmaktan ve tahrikten korunması için Terakkiperver Fırkasının faaliyetlerinin durdurulması...” Bu karardan sonra TCF’nin merkez ve şubeleri kapatılacaktır.
TCF’nin kapatılmasıyla, “Anadolu İhtilali” de diğer ihtilallerde olduğu gibi kendi çocuklarını yedi. İhtilalden sonra meydana gelen parçalanmada sivrilen şefin ilk çabası, tasfiyeye yöneliş olur.[53] Bu tarz siyaset, siyasi muhalefeti sindirme olaylarına kapı araladı. Tek Adam şeklinde siyaseti Cumhuriyet tarihi boyunca yönetimin merkezi addeden düşünce tarafından kullanıldığını ve muhalefeti irtica veya vatan haini yaftasıyla ortadan kaldırmaya çalıştıklarını ne yazık ki bu memleket yaşadı. Bu yüzden de bugün katettiği mesafe ortadadır.[52]
TCF’nin kapatılması, Atatürk ve İnönü’nü ikilisinin muhalif paşalara vurduğu ilk darbe olmamıştı. Bununla da kalınmadı. İtibarlarını düşürmek için 1926’da İzmir Suikastı ve 1927’de Atatürk’ün Nutuk’taki ağır sözleri damgasını vuracaktır. [54]
İZMİR SUİKASTİ MUHALEFETİN SİNDİRİLMESİ
İnkılâpçılar, toplumda büyük değişimlere sebep oldukları için her an öldürülme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Mustafa Kemal’de bu suikastlardan 1923-1938 arasında tam 11 defa karşılaşmıştır. [55]
İzmir Suikastı’nın bir numaralı adamı denilen Ziya Hurşit, mahkemeden önce Atatürk’le olan görüşmelerinde “Ben sana nasıl kıyardım?” demiştir.
Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Cebesoy ise suikastın kendilerine karşı komplo olduğunu söylemiş ve bu suikasttan Gazi’nin haberi olduğunu ve çete içindeki Sarı Efe Edip’in ajan olarak kullanıldığını üstü örtülü bir şekilde ifade etmişlerdir. Bu karara varmalarında suikast günlerine yakın suikastçıların ve Gazi’nin tavrı etkili olmuştur. Gazi’nin İzmir’e gelişini ertelemesi, Sarı Edip Efe’nin suikast öncesi sık sık BMM başkanı Kâzım Özalp ile görüşmesi ve bu yetkililerden para alması, Edip’in suikast gününden bir gün önce İstanbul’a gitmesidir. Edip Efe hakkında idam kararı verilince söylediği şu ifade de komployu ön plana çıkarmaktadır: “Bu kararda mahkeme müddetince benim yaptığım nazarı dikkate alınmamıştır.” [56]
Amerika’nın Ankara Büyükelçiliğinde görevli Tuğgeneral Bristol “Bu duruşmalar sayesinde muhalifler bir daha uzun yıllar kendilerini ispatlayana kadar gözden düşürülmüşlerdir. [57] İsmet İnönü Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının direk bu olayla bağlantısı olmadığını düşünüyorum, Rauf Bey’in böyle bir olayı sezdiğini söyleyebilirim ancak içinde olduğunu söyleyemem.”[58] demiştir.
Kâzım Karabekir ise olayı şöyle değerlendirmiştir: “Evet bir suikast teşebbüsü vardır. O da asıl bize o müthiş isnadı yapanların suikastı vardır.” [59]
Karabekir, Mustafa Kemal’e İzmir’de düzenlenmek istenen suikast olayından sonra Ankara’da Afyon Mebusu Ali başkanlığında kurulan İstiklal Mahkemesinin direktifi ile polis müdürü Dilaver Bey tarafından tutuklandı. Ancak dönemin Başbakanı İsmet İnönü’nün müdahalesi ile serbest bırakıldı. Çünkü Başbakan İsmet İnönü, Kâzım Karabekir’in suikast olayına karışmış olabileceğine inanmıyor ve Karabekir’in suçlanması olayının bir tertip olduğunu düşünüyordu.
Atatürk’te o anki ruh haletiyle Başbakan İsmet İnönü’yü bazı görüşmeler yapmak üzere İzmir’e davet etti. İzmir’de yapılan görüşmelerden sonra Başbakan İnönü, Karabekir’in tutuklanması olayı karşısında sessiz kalmayı tercih etti. Öte yandan mahkemenin devamı müddetince daha sakin düşünme şansına sahip olan Atatürk, Paşalar meselesine Başbakan’ın yanı sıra kamuoyunun duyduğu tepkiyi de göz önüne alarak konuyu yeniden gözden geçirdi. Kâzım Karabekir Paşa’nın sorgusundan hemen sonra Atatürk mahkeme heyeti ile Çeşme’de bir görüşme daha yaparak Karabekir’in de aralarında bulunduğu Paşaların serbest bırakılmasını istedi.[60] 13 Temmuz 1926 günü karar verildi. 27 mebustan 6’sına idam kararı verildi.
Falih Rıfkı Atay’ın şu ifadeleri Gazi taraftarlarının bu olay karşısındaki görüşünü net bir şekilde vermektedir: “Suikastçılar, Mustafa Kemal’i öldüremediler. Fakat kendi partilerini öldürdüler. Bu kesin tasfiye her türlü aleyhtarlığın ve gericiliğin sonu olmuştur.” Bu mahkeme kararı alındıktan sonra bütün komutanlar hem milletvekilliklerinden oldular hem de Fevzi Çakmak tarafından emekli edildiler. İçlerinden sadece Kâzım Karabekir sıkı bir takip altına alındı.[61] Kâzım Karabekir bu tecrit döneminde ev için kayınpederinden borç almak zorunda kaldı ve geçimini sağlamak için sütçülük ve sebzecilik ile meşgul oldu. [62] 1930’ların ortalarında Cebesoy, Bele ve Orbay “Atatürk’ün affetmesi” sonucu denilerek yeniden mebus oldular. Kâzım Karabekir mebus olmak için İnönü dönemini beklemek zorunda kalacaktı. [63]
NUTUK MU? İSTİKLAL HARBİ’NİN ESASLARI MI?
İzmir Suikastı sonrası siyasi muhalifleri yok eden Mustafa Kemal, Türk toplumuna kendi haklılığını anlatmak için Nutuk’u yazdı. [64]
Mustafa Kemal’in kitabında kendine muhalif bütün komutanları yermesi ancak ilerde kendisinden istifade etmek istediği İnönü hakkında yerecek hiçbir cümle kullanmaması eserinin tarafsız olmadığının en büyük göstergesidir. Bütün komutanların askeri başarısızlığından bahsederken İnönü’nün Kütahya-Eskişehir başarısızlığından hiç bahsetmemiştir. [65]
TCF’nin Genel Başkanı Kâzım Karabekir hakkında Sivas’ta kongre yapılmasına karşı olduğunu, Heyetitemsiliyenin Sivas’ta kalıp Ankara’ya gitmemesi gerektiğini düşündüğünü, Cumhuriyet’in ilanına karşı olduğunu bunun için de “İlan edilirken bize sormadı.” dediğini ifade etmiştir.[66] Bu yazılanlara karşı en ciddi cevap Kâzım Karabekir’den geldi. “İstiklal Harbi’mizin Esasları” ve “İstiklal Harbimiz” gibi önemli eserler kaleme alarak belgelerle Millî Mücadele’deki haklılığını ortaya koymaya çalıştı. Burada da yine otoriter rejimin baskısı başladı ve basılan bütün kitapları toplatılıp yakıldı. [67] Aslında bu olay bu eserin hakikatinin ne kadar fazla olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.
Biz tarihçilere düşen herhalde Cumhuriyet’imize yakışır bir şekilde ilmi ve objektif bir tarih yazımını gerçekleştirmektir.
Erick Jan Zurcher eserinde, Paşalar arasındaki bu çekişmeyi değerlendirirken Millî Mücadele’de ikinci derecede rol oynayan başta Kılıç Ali, olmak üzere Recep, Yunus Nadi gibi kişilerin Millî Mücadele’de birinci derecede rol oynayan Paşaların arasını açmaya veya en azından onları geri plana atmaya çalıştıklarından bahseder. Yakup Kadri Karaosmanoğlu bu isimlere İsmet İnönü’yü de ilave eder. Ve Paşaları barıştırma gayretleri için “Fakat böyle bir anlaşma hiç İsmet Paşa’nın işine gelir miydi?” sorusunu sorar. Takrir-i Sükûn Yasası ile tekrar iktidara gelişini “Evet bizce İsmet Paşa rakiplerini, muarızlarını bir daha başkaldırmamacasına yenmişti.” der.[68] Ancak İsmet Paşa’nın İzmir suikastı davasında paşaları serbest bıraktırmasından dolayı sıkıntı yaşadığı görülmektedir. Bu da sanki İsmet Paşa’nın bu işte dahli olmadığını bize göstermektedir.
1936 yılında Ali Fuat Paşa, Atatürk’ün de onayını alarak Atatürk ile Kâzım Karabekir Paşa’yı barıştırmak istedi, Ali Fuat Paşa, barıştırma girişimini şu şekilde anlatmaktadır: “Dolmabahçe Sarayı’nda 1936 yılında açılan Milletlerarası Tarih ve Dil Kongresi münasebetiyle, Atatürk, Kâzım Karabekir Paşa’yı hatırlayarak bana, -Karabekir Paşa maarif, dil ve tarih ile meşgul olmuş bir arkadaştır. Niçin bu kongreye gelmiyor? Ben ona bir davetiye gönderteyim, siz de kendisine tarafımdan hususi bir surette davet edildiğini söyleyin.” demişti. Karabekir Paşa, Atatürk’ten gelen bu daveti memnuniyetle kabul etti, Ali Fuat Paşa ile birlikte kongre salonuna da geldi. Atatürk ile uzaktan selamlaştı ve bir süre de kongreyi izledi. Fakat yukarıda da ifade ettiğimiz bazı şahıslar yüzünden Millî Mücadele’nin iki kader arkadaşı yüz yüze görüşme imkânı bulamadı. Nitekim Gazi kongre faaliyetleri bittikten sonra neden gittiğini sormuş, Ali Fuat Paşa vaziyeti izah edince çok müteessir bir tavırla susmuş. [69]
Atatürk'ün ölümü ile beraber tekrar itibarı yükselen Karabekir, 2. Dünya Savaşı yıllarında İnönü'nün özel hürmeti ile meclis başkanlığı yaptı. 26 Ocak 1948'de, Ankara'da vefat etti. Bütün bu olanlara rağmen iki eski arkadaşın birbirine karşı saygılarını yitirmediğini iki yaşanmış olayla anlatabiliriz.
“Atatürk’ün ölümü üzerine bir grup arkadaşla bir araya geldik ve Kâzım Karabekir Paşa’ya başsağlığı ziyaretine gitmeye karar verdik. Gruptaki en genç kişi bendim. Aramızdan birkaçı da Atatürk’ün ölümüyle birlikte artık özgürlüğüne kavuşmuş olmasına binaen Karabekir Paşa’ya ‘Gözün aydın!’ demek düşüncesindeydi. Önce, başsağlığı dileklerimizi ilettik. Sonra aramızdan biri söz alıp, ‘Paşam! Artık hürsünüz. Bu bakımdan size göz aydınında bulunmak istiyorum.’ deyince Kâzım Paşa heybetle ayağa kalktı ve gözleri yaşlı bir şekilde şöyle dedi: ‘Beyler! Siz ne diyorsunuz? Beni yargılatıp 14 sene gözaltında tuttuktan sonra dahi aynı şartlar vaki olsa, yine Atatürk’ü lider seçerdim. Yine O’nun emrine girerdim. Aramızdaki bütün ihtilaflarda hep O haklı çıktı. Bana başsağlığı için gelenler başım üstünedir. Ama aranızda gözün aydın demeye gelmiş olanlar varsa defolup gitsin evimden!” demiştir. [70]
Kurtuluş Savaşı’nın bazı paşaları ile Atatürk’ün arasında suikast hadisesi veya başka nedenlerden birtakım problemler olur o zamanlar. Kâzım Karabekir de bunlardan biridir. Fakat Atatürk 1936"ta Dolmabahçe Sarayı’nda tertiplenen uluslararası bir Tarih ve Dil Kongresine kendisini de çağırmış ve o da davete icabet etmiştir. Ancak, Karabekir, eşine verdiği söz yüzünden Kongreden erken ayrılınca Atatürk"le görüşebilme imkânı bulamaz. Dolayısıyla ikisi arasındaki bu durum yine çözülemez: "Atatürk Dolmabahçe’de hasta yatarken ‘Çağırın Kâzım’ı helalleşmek istiyorum.’ diyor. Babama onu da bildirmiyorlar. Hatta ablamdan duyduğuma göre ‘Gider miydin babacığım?’ dediği zaman ‘Tabii giderdim. O Mustafa Kemal’di. ’ diyor." [71]
Kâzım Karabekir ve Mustafa Kemal askerî hayatları boyunca 1908 isyanını bastırmaya gelen Hareket Ordusu’nda, Balkan Savaşları’nda, Çanakkale Savaşı’nda ve en sonunda İstanbul’da görüşerek birlikte kader birliği yaptıkları Millî Mücadele’de omuz omuza mücadele etmişlerdir. Ordudan istifa ettiği günlerinde yalnızlaşan Mustafa Kemal’in yine yegâne dostu Kâzım Karabekir olmuştur. Ta ki 1923 yılına kadar bu böyle devam etmiştir. 1923 yılında iki yetenekli, kabiliyetli ve lider insanın arasına ne yazık ki liderlik hırsı girmiş ve büyük kırgınlıklara sebebiyet vermiştir. 1933 yılından sonra diğer darıldığı arkadaşlarıyla tekrar arayı düzelten Mustafa Kemal, Kâzım Karabekir’le 1933’ten sonra yapılan bütün girişimlere rağmen bir türlü barışmayı başaramamıştır. İkisi de bu dünyada birbiriyle görüşemeden bu dünyayı terk etmişlerdir. Bu olayların geleceğimiz adına Türk milletine ve gençliğine önemli dersler vereceği kanaatiyle Kâzım Karabekir’in tecrit yıllarını resmettiği bir dörtlüğü ile yazıma son veriyorum:
“Bir karyola ile bir sedye
Bilmem hangi hastanede hediye
Bu ikrama çok şaşırmıştım
Ankara polisinde yerde yatmıştım.
Yakışmıyor Cumhuriyet Paşalarına…”

NAMIK DÜNDAR
TARİH ÖĞRETMENİ
(Okulumuzun eski Tarih öğretmenlerinden ve kulübümüzün eski rehber öğremtnelerinden olan Namık Dündar Hocamıza yazısı için teşekkürlerimizi sunuyoruz.)
--------------------Dipnotlar:
1.Semiz Yaşar,Atatürk ve Kâzım Karabekir Paşa , Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı:4,Konya 1997,s.191
2.Kandemir Feridun,Kâzım Karabekr’in
Yakılan Hatıraları, Yakın Tarihimiz Yayını, İstanbul,1964,s.14
3.Karabekir Kâzım, İstiklal harbimizin
Esasları,istanbul 1981,s.63
4.Karabekir Kâzım, İstiklal harbimizin Esasları,istanbul 1981,s.64
5.Altuğ Yılmaz, Türk devrim Tarihi dersleri,İstanbul 1975, s.22
6.Karabekir Kâzım, İstiklal harbimizin Esasları,istanbul 1981,s.64
7.Karabekir Kâzım, İstiklal Harbimiz, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1969,İkinci Baskı,s.17
8.Orbay Rauf, Cehennem Değirmeni-Siyasi Hatıralarım I, Emre yayınları , İstanbul, 1993, s.34
9.Arıburnu Kemal, Sivas Kongresi, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 1997, s.30
10.Atatürk Mustafa Kemal, Nutuk, c.III, Meb Yayını , İstanbul, 1973 , s.905.Belge 10
11.Karabekir Kâzım, İstiklal Harbimiz, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1969,İkinci Baskı,s.69
12.Kansu Mazhar Müfit, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, C.1, Ankara 1986, s.36-41
12.Göyünç Nejat, Atatürk ve Millî Mücadele, 2.Bs, Konya 1987, s.88
13.Sorgunlu Mehmet Efe, Yeni Düşünce Dergisi, 7-13 Temmuz 2000, Sayı.691, Sayfa:60-61
14.Semiz Yaşar,Atatürk ve Kâzım Karabekir Paşa , Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı:4,Konya 1997,s.196
15.Karabekir Kâzım, İstiklal Harbimiz, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1969,İkinci Baskı,s.74
16.Karabekir Kâzım, İstiklal Harbimiz, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1969,İkinci Baskı,s.107
17.Arıburnu Kemal, Sivas Kongresi, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 1997, s.115
18.Atatürk, Mustafa Kemal, Nutuk, İstanbul 1938, s. 116-117
4.Karabekir Kâzım, İstiklal harbimizin Esasları,istanbul 1981,s.64
5.Altuğ Yılmaz, Türk devrim Tarihi dersleri,İstanbul 1975, s.22
6.Karabekir Kâzım, İstiklal harbimizin Esasları,istanbul 1981,s.64
7.Karabekir Kâzım, İstiklal Harbimiz, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1969,İkinci Baskı,s.17
8.Orbay Rauf, Cehennem Değirmeni-Siyasi Hatıralarım I, Emre yayınları , İstanbul, 1993, s.34
9.Arıburnu Kemal, Sivas Kongresi, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 1997, s.30
10.Atatürk Mustafa Kemal, Nutuk, c.III, Meb Yayını , İstanbul, 1973 , s.905.Belge 10
11.Karabekir Kâzım, İstiklal Harbimiz, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1969,İkinci Baskı,s.69
12.Kansu Mazhar Müfit, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, C.1, Ankara 1986, s.36-41
12.Göyünç Nejat, Atatürk ve Millî Mücadele, 2.Bs, Konya 1987, s.88
13.Sorgunlu Mehmet Efe, Yeni Düşünce Dergisi, 7-13 Temmuz 2000, Sayı.691, Sayfa:60-61
14.Semiz Yaşar,Atatürk ve Kâzım Karabekir Paşa , Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı:4,Konya 1997,s.196
15.Karabekir Kâzım, İstiklal Harbimiz, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1969,İkinci Baskı,s.74
16.Karabekir Kâzım, İstiklal Harbimiz, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1969,İkinci Baskı,s.107
17.Arıburnu Kemal, Sivas Kongresi, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 1997, s.115
18.Atatürk, Mustafa Kemal, Nutuk, İstanbul 1938, s. 116-117
19.Köstüklü Nuri, “Kâzım Karabekir’in
Açtığı Okullar”BTTD,Sayı:5,Temmuz
1985,s.31
20.Cebesoy Ali Fuat, Ali Fuat Cebesoy’un
Siyasi Hatıraları, İstanbul 1957,1960,s.240
21.Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, Sayı
26, Vesika No:662,s.1138-39
22.BTTD;Sayı 13, mart 1986,İstanbul, s.7
23.Türkiye İş Bankası Yay , TBMM Gizli
Celse Zabitleri, C.1, Ankara 1985, s. 335
24.Abdi İpekçi, İnönü Atatürk’ü
Anlatıyor, İstanbul 1968, s. 23.
25.K. Karabekir, İstiklal Harbimizin
Esasları, s. 63.
26.Karabekir Kâzım , Paşaların Kavgası -
İnkılâp Hareketlerimiz, Yayına Haz. , Özerengin
Prof. Faruk, 3. Bs. İstanbul
1994. S. 51.
27.Orbay Rauf, Cehennem Değirmeni-Siyasi Hatıralarım ,C: II, Emre yayınları , İstanbul, 1993, s.103-104
27.Orbay Rauf, Cehennem Değirmeni-Siyasi Hatıralarım ,C: II, Emre yayınları , İstanbul, 1993, s.103-104
28.Orbay Rauf, Cehennem Değirmeni-Siyasi
Hatıralarım ,C: II, Emre yayınları , İstanbul, 1993, s.106
29.Atatürk, Mustafa Kemal, Nutuk, c.II,İstanbul
1938, s. 692
30.İnan Afet, İzmir iktisat Kongresi, TTK, Ankara,1989,s.57-69
30.İnan Afet, İzmir iktisat Kongresi, TTK, Ankara,1989,s.57-69
31.İnan Afet, İzmir iktisat Kongresi,
TTK, Ankara,1989,s.86-90
32.Sonyel Selahi, Kurtuluş Savaşı ve Dış
Politika, C: I-II, TTK Yayınları, Ankara, 1988,s.340
33.Abdi İpekçi, İnönü Atatürk’ü Anlatıyor,
İstanbul 1968, s. 81-82
34.Karabekir Kâzım,Paşalar
Kavgası,İnkılap Hareketlerimiz,Emre Yayınları, İstanbul,1994,s.151-152
35.Taşkıran Cemalettin, Millî Mücadelede
Kâzım Karabekir Paşa,Atatürk Araştırma Merkesi,Ankara,2008,s.130
36.Okyar Ali Fethi, Serbest Cumhuriyet
Fırkası Nasıl Doğdu,Nasıl Fesih Edildi?, İstanbul, 1987,s.340
37.Yeşil Ahmet, türkiye Cumhuriyet’in
İlk Teşkilatı Muhalefet Hareketi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Cedit Neşriyat, Ankara, 2002, s.222
38.Kocabaş Süleyman , Atatürk Dönemi
1923-1938, C:II, Vatan Yayınları, İstanbul, 2007,s.26; Kinros Lord, 39.Atatürk
Bir Milletin Yeniden Doğuşu,Çev:A. Tezel, Sander Yayınları, İstanbul, 1978,
s.597
40.Kinros Lord, Atatürk Bir Milletin
yeniden Doğuşu,Çev:A. Tezel, Sander Yayınları, İstanbul, 1978, s.598
41.Karabekri Kâzım,Paşalar
Kavgası,İnkılap Hareketlerimiz,Emre Yayınları, İstanbul,1994,s.166
42.İnönü İsmet, Hatıralar, C.I-II, Bilgi
Yayınevi, Ankara, 1987, s.206
43.Karabekri Kâzım,Paşaların
Kavgası,İnkılap Hareketlerimiz,Emre Yayınları, İstanbul,1994,s.169
44.Paşa Ahmet İzzet, Feryadım,Haz. S. İ.
Furgaç- Y.Kanar, C:II, Nehir Yayınları, İstanbul, 1983, s.215
45.Abdi İpekçi, İnönü Atatürk’ü Anlatıyor, İstanbul 1968, s. 90
45.Abdi İpekçi, İnönü Atatürk’ü Anlatıyor, İstanbul 1968, s. 90
46.Taşkıran Cemalettin, Millî Mücadelede
Kâzım Karabekir Paşa,Atatürk Araştırma Merkesi,Ankara,2008,s.131
47.Kutay Cemal, Halit Paşa-Ali Çetinkaya
Vuruşması, Tarih Kütüphanesi Yayınları, İstanbul, 1955,s.85
48.Orbay Rauf, Cehennem Değirmeni-Siyasi
Hatıralarım ,C: II, Emre yayınları , İstanbul, 1993, s.385
49.Yeşil Ahmet, Türkiye Cumhuriyeti’nin
İlk TeşkilatıMuhalefet Hareketi,Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Cedit
Neşriyat,Ankara, 2002,s.310-311
50.Giritlioğlu Fahir, Türk Siyasi
Tarihinde CHP’nin Mevki, C.II, Ayyıldız
Matbaası, Ankara,1965,s.65
51.Zürcher Erik Jan, Terakkiperver
Cumhuriyet Fırkası, Bağlam Yayınları, istanbul,1992,s.151
52.Yalman Ahmet Emin, Yakın tarihte Gördüklerim ve
Geçirdiklerim, C.III, Rey Yayınları, İstanbul, 1972,s.169
53.Aydemir Şevket Süreyya, Tek Adam,
C.I-III, Remzi Kitabevi, istanbul, 1976,s.197-198
54.Kocabaş Süleyman , Atatürk Dönemi
1923-1938, C:II, Vatan Yayınları, İstanbul, 2007,s.56
55.Kandemir Feridun, Atatürk’e İzmir Suikastinden Ayrı 11
Suikast, Ekiçigil Tarih Yayınları,İstanbul, 1955,s.3
56.Kocahanoğlu Osman Selim, Atatürk’e
kurulan Pusu İzmir Suikasti’nin İç Yüzü, Temal Yayınları, İstanbul, 2005,s.43
57.İnönü İsmet, Hatıralar, C.I-II, Bilgi
Yayınevi, Ankara, 1987, s.214-218
58.İnönü İsmet, Hatıralar, C.I-II, Bilgi
Yayınevi, Ankara, 1987, s.214-218
59.Kandemir Feridun, izmir Suikasti’nin
İçyüzü, C.I, Ekicigil Tarih yayınları, İstanbul, 1955, s.126
60.Semiz Yaşar,Atatürk ve Kâzım
Karabekir Paşa , Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı:4,Konya 1997,s.202
61.Orbay Rauf, Cehennem Değirmeni-Siyasi
Hatıralarım ,C: II, Emre yayınları , İstanbul, 1993, s.417
62.Taşkıran Cemalettin, Millî Mücadelede
Kâzım Karabekir Paşa,Atatürk Araştırma Merkesi,Ankara,2008,s.131
63.Kocabaş Süleyman , Atatürk Dönemi
1923-1938, C:II, Vatan Yayınları, İstanbul, 2007,s.308
64.Atay Falih Rıfkı, Çankaya, Bateş
Yayınları, istanbul, 1998, s.402
65.Kocabaş Süleyman , Atatürk Dönemi
1923-1938, C:II, Vatan Yayınları, İstanbul, 2007,s.313
66.Atatürk, Mustafa Kemal, Nutuk,c.Iİstanbul
1938, s. 216-219; Atatürk, Mustafa Kemal, Nutuk, c.I,İstanbul 1938, s.333; Atatürk,
Mustafa Kemal, Nutuk, c.II,İstanbul 1938, s. 598
67.Demiray Tahsin,İstiklal Harbimizin
Müdafası, Yaylacık matbaası,İstanbul, 1969,s.3-82
68.Semiz Yaşar,Atatürk ve Kâzım
Karabekir Paşa , Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı:4,Konya 1997,s.202
69.Semiz Yaşar,Atatürk ve Kâzım
Karabekir Paşa , Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı:4,Konya 1997,s.208
70.http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=15634
71.http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-10014-37-ataturk-babamla-helallesmek-istedi.html
Hocam elinize sağlık, gayet düzenli ve faydalı bir çalışma olmuş. Teşekkür ederiz.
YanıtlaSil